İsrail, tarihsel olarak Orta Doğu’da güvenlik ve istikrar sağlamaya çalışan bir ülke olarak öne çıkmıştır. Ancak, Foreign Policy dergisinde yayınlanan son analiz, İsrail'in bölgesel güç olma hedefinin sorgulanmasına neden oluyor. Bu durum, sadece askeri gücüyle değil, aynı zamanda dış politikasıyla da yoğun bir şekilde ilgili. Peki, İsrail’in bölgesel güç olma iddiaları ne kadar geçerli? Bu sorunun yanıtı, Orta Doğu’nun dinamikleri ve İsrail'in stratejileri ışığında incelenecek.
İsrail, savaş teknolojisi, istihbarat kapasitesi ve askeri eğitim konularında dünya çapında tanınan bir ülkedir. Ülke, özellikle son yıllarda geliştirdiği insansız hava araçları (İHA’lar) ve siber güvenlik alanındaki yetenekleri ile dikkat çekmektedir. Bununla birlikte, askeri güç sadece bir ülkenin bölgesel güç olma statüsünü belirlemez. Askeri başarılar, siyasi ve diplomatik ilişkilerle derin bir bağlılık içindedir. İsrail, geçmişte çeşitli askeri çatışmalarda kazandığı zaferlerle büyük bir güven inşa etmiş olsa da, bölgedeki ayak sesleri ve uluslararası ilişkiler bu güveni zayıflatabilecek unsurlar barındırıyor.
Hizbullah, Hamas gibi grupların varlığı, İsrail’in bu saydığı askeri teknolojileri ve stratejileriyle etkili bir şekilde karşıta da bulunabiliyor. Fakat, bu grupların varlığı, İsrail’in bölgesel stratejilerini de etkilemekte. Özellikle, son Gaza çatışması sırasında, uluslararası toplumun tepkisi ve bölgedeki diğer ülkelerin tutumları, İsrail’in yalnızlığı konusunu gündeme getirdi. Zira, bazı Arap devletleri, İsrail’le normalleşme adımları atarken, bu durum içeride ciddi tartışmalara yol açtı. Bu bağlamda, askeri gücün yanına koyduğu diplomasi, İsrail’in bölgesel güç olma yolunda karşılaştığı en önemli zorluklardan biri olarak karşımıza çıkıyor.
İsrail’in Orta Doğu’daki konumu, yalnızca askeri güçle değil, aynı zamanda uluslararası ilişkiler ve siyasi dinamiklerle de şekillenmektedir. Son dönemde ABD ile olan ilişkileri, İsrail’in stratejik yönelimi üzerinde belirleyici bir rol oynamaktadır. Ancak, Biden yönetiminin iktidara gelmesiyle birlikte, bazı diplomatik ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği gündeme gelmiştir. Bu durum, özellikle Filistin meselesindeki ayrımlar ve barış süreçlerinin duraksaması ile daha da belirgin hale gelmektedir.
Diğer yandan, İran'ın bölgedeki etkisi de İsrail’in bölgesel güç olma iddiasını güçlükleştiriyor. İran, hem askeri bir güç olarak hem de ideolojik bir savunuculuk görevi üstlenmiş durumda. Bu durum, İsrail’in etrafındaki güvenlik dengesinin bozulmasında önemli bir etken olarak değerlendiriliyor. Ayrıca, İran’ın Suriye’deki varlığı ve militanta destek vermesi, İsrail’in stratejisini zorlaştırmaktadır. Bu durum, Orta Doğu’daki güç dengesini sarsmakta ve kamuoyunun gözünde İsrail’in bölgesel güç statüsünü sorgulatmaktadır.
Öte yandan, Arap Devletleriyle normalleşme süreci, İsrail’in bölgesel güç olma hedefini yeniden şekillendirebilir. Sonuç olarak, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Moritanya gibi ülkelerin, İsrail ile Diplomatik ilişkiler kurma çabaları, bazı umutlar vaat etse de, bu ilişkilerin sürdürülebilirliği ve karşılıklı beklentilerin nasıl şekilleneceği büyük bir soru işareti taşımaktadır. İsrail’in bu süreci nasıl yöneteceği, bölgesel güç olma hedefinin başarısını etkileyen en önemli faktörlerden biri olacak.
Sonuç olarak, İsrail’in bölgesel güç olma hedefi, askeri üstünlük, uluslararası ilişkiler ve bölgesel dinamikler gibi birbirine bağlı birçok unsura dayanmaktadır. Her ne kadar birçok askeri ve teknolojik avantajı ile öne çıksa da, bölgedeki siyasi belirsizlikler ve tehditler, bu iddiayı zayıflatan faktörler olarak değerlendiriliyor. Foreign Policy’nin yayınladığı analiz, durumun ne kadar karmaşık olduğunu ve İsrail’in bu hedefe ulaşıp ulaşamayacağını sorgulatıyor. Gelecek yıllarda, Orta Doğu’daki bu dinamiklerin nereye evrileceği, hem bölge hem de dünya için büyük bir merak konusu olmaya devam edecek.